Antakya´da özellikle Seleucos ve Roma dönemlerinin pek huzur ve sükunet içinde geçtiği söylenemez. Depremler, yangınlar, kıtlık, salgın hastalıklar, ayaklanmalar, şehrin tarihinde belli başlı dönüm noktalarını teşkil eden olaylardır. Özellikle beş büyük deprem Antakya, Defne ve Seleukeia Pieria´yı yerle bir etti. Bunlardan 29 Mayıs 526 akşamı meydana gelen deprem, tarihin en büyük depremlerinden biriydi. Şehirde festival için toplanmış çok sayıda ziyaretçi bulunuyordu. Hemen hemen tüm halk akşam yemeğindeydi. Bu yüzden can kaybı fazla oldu. 250.000 kişinin öldüğü bu depremde Defne ile Seleukeaia Pieria da yerle bir olmuştur.
Romalıların gözde şehri, doğu başkenti olan ve zaman zaman imparatorlara ev sahipliği yapan Antakya, ayaklanmalar, depremler, yangınlar ve salgın hastalıklar dışında işgallerin yıkımına da hedef oldu. Bunlardan başlıcaları: 256 ve 260 yıllarında Sasani Hükumdarı Şapur I’ in işgali, 540 yılında İran´ ı zapt edip yağmalaması ve yakması, 611-628 yılları arasındaki İran işgali sayılabilir.
Hatay’da İslam Dönemi, Bizans Dönemi, Haçlılar ve Selçuklular Dönemi
Antakya, belki de tarihi boyunca depremlerle en çok yıkılmış şehirlerden birisidir. 526 ve 528 depremlerinden sonra yeniden kurulan Antakya, 540 yılında İranlıların işgaline uğradı. 611-628 yılları arasında yine İran işgali altında kalan Antakya, İranlılar tarafından boşaltıldıktan sonra yeniden Bizans egemenliğine girdi. Bizans kuvvetlerinin 636´da İslâm orduları karşısında yenilgiye uğradığı Yermük Savaşı´nın ardından Ebû Ubeyde b. Cerrah idaresindeki İslâm kuvvetleri tarafından kuşatıldı. Kuşatma uzun sürdü, Hz. Ömer´in tavsiyesi üzerine şehre zarar verilmemek maksadıyla çatışmaya girilmedi. Nihayet, halkın bir dinar ve bir cerîb (hububat ölçeği) cizye ödemesi şartıyla şehir teslim oldu.
Ebû Ubeyde´nin ayrılması üzerine şehir halkı ayaklandıysa da İyâz b. Ganm ve Habîb b. Mesleme´nin gönderilmesiyle şehir eski antlaşma üzerinden yeniden itaat altına alındı. Bir başka ayaklanma da Amr b. As tarafından bastırılmıştı. Fetih sonrası muhtemelen şehrin nüfusu azaldı. Bir kısım halk şehri terk etti. Hatta bu sebeple şehrin yeniden iskânı için faaliyette bulunuldu. Nitekim Belâzürî, Muâviye´nin Antakya´ya kırk iki cemaat yerleştirdiğini belirtir. Ayrıca yine Muâviye ve Velîd b. Abdülmelik dönemlerinde buraya nüfus nakli yapıldı. Antakya İslâm hâkimiyetinde bir serhat şehri (sagr) özelliğini kazandı, bir askeri üs ve meydana gelebilecek saldırıları durduracak savunma noktası haline geldi.
Abbasîler döneminde Kilikya´nin merkezi oldu. Me´mûn ve Mu´tasım zamanlarında bölgeye Türk idareciler gönderildi. IX. yüzyılda Abbasî Devleti´nin gerilemesi üzerine şehir 877´de Ahmed b. Tolun´un idaresi altına girdi, ardından da İhşîdiler´in eline geçti. Daha sonra, hâkimiyetlerini Kuzey Suriye ve Kilikya´ya kadar uzatan Hamdânoğulları´ndan Ebü’l-Ali Hasan 944´te Antakya´yı aldı. Fakat Bizans İmparatoru II. Nikephoros Phokas Suriye´ye açtığı bir sefer sırasında 968´de şehri almayı başardı. Onun yerine geçen ve faaliyetlerini Suriye ve Filistin´e kadar uzatan Jean Tzimiskes Antakya Kalesi´ni yeniden tahkim ettirdi. Şehir 1084 yılına kadar bir asırdan fazla Bizans hâkimiyetinde kaldı. Bu dönemde şehrin ticarî önemi sürdü. Bizans´ın ham ipeği, ipekli kumaşları, diba, keten bezleri, ehil hayvanları Halep´e gönderiliyor, Uzakdoğu malları da Basra ve Fırat üzerinden şehre geliyordu. Bizanslılar tarafından ticarî imtiyaz tanınan Venedikli tüccarlar da Antakya´da ticaret yapıyorlardı.
Antakya daha sonra bölgede faaliyet gösteren Selçukluların akınlarına hedef oldu. 1075 yılı sonları ile 1076 başlarında Kuzey Suriye´de görünen Kutalmışoğlu Süleyman Şah Halep, Selemiye ve Antakya´yı alma teşebbüsünde bulundu. Antakya Kalesi´ni kuşattı ise de 20.000 altın ödenmesi şartıyla bir süre sonra kuşatmayı kaldırdı. 1083´te Alparslan´ın oğlu Tutuş Antakya üzerine yürüdü, ancak şehri alamadı. Bu sırada Musul Ukaylî Emîri Şerefüddevle Müslim´e haraç ödeyen Antakya´yı Bizans adına Ermeni Philaretos Brachamios idare ediyordu. Hatta Bizans´ın zaafından istifade ile Maraş, Urfa, Malatya ve Sümeysâfı ele geçirerek müstakil bir devlet kurmuştu. Ancak kısa bir süre sonra 12 Aralık 1084´te Kutalmışoğlu Süleyman Şah şehri ele geçirdi, bir müddet direnen kale ise 12 Ocak 1085´te düştü. Süleyman Şah şehir halkına iyi davrandı, Mar Cassianus Kilisesi´ni camiye çevirdi; buna karşılık iki yeni kilise yapılmak üzere bir araziyi Hristiyan halka tahsis etti. Onun Antakya´yı alması üzerine Ukaylî Emîri Müslim harekete geçip Antakya üzerine yürüdü ise de yapılan savaşta mağlûp oldu. Süleyman Şah´ın ölümünden sonra Melikşah buraya Yağısıyan´ı tayin etti.
Haçlı orduları 21 Ekim 1097´de şehir önlerine geldiklerinde Yağısıyan Antakya emîri bulunuyordu. Şehir Haçlılara 3 Haziran 1098´e kadar direndiyse de Yağisıyan´ın kumandanlarından Fîrûz´un ihaneti sonucu zaptedildi. Şehir halkı kılıçtan geçirildi. Kuşatmaya yardımcı olan Cenovalılar´a burada bir çarşı, otuz kadar ev, bir kilise, bir çeşme verildi. Haçlılar zamanında Antakya Antikçağ´daki gibi kuzey tarafa doğru gelişmişti. Soğuksudan Hacıkrüş ve onun biraz berisindeki bugünkü yerleşme yerine doğru uzanıyordu.
Antik dönemde Parmenius adıyla bilinen sel yatağı Hacıkrüş, Haçlılar zamanında Onoptiktes adıyla anılıyordu. Muazzam surlarda ise bu döneme ait beş kapının adı bilinmektedir. Bunlar kuzeyde St. Paul Hacıkrüş´te Küçük Demirkapı, Asi üzerinde Köprü Kapısı, güneyde St. Georges yerleri belirlenemeyen Porte de Jardins ve Porte du Chien idi. Ayrıca bu sırada ismen bilinen beş mahallesi kuzeyde St. Paul, merkeze yakın Amalfililer ve Pizalılar´ın oturduğu St. Sauveur, yerleri belli olmayan Panticellos ve St. Thomas idi. Arap ve Batı kaynaklarında bir “Su şehri” olarak anlatılan Antakya Batı ile olan ticarette önemli bir mevkiye sahip oldu. O sırada güçlü bir İslâm devletinin olmayışı, siyasî parçalanma Bizanslıların ve Haçlıların uzun süre buraya hâkim olmalarını sağladı.
Moğol istilası sırasında Antakya herhangi bir saldırıya uğramadı, hatta Moğolların korkusundan şehre birçok Hristiyan ve Müslüman sığındı, nüfus bu yüzden artış gösterdi. Haçlılar Antakya´yı bir prenslik haline getirerek Rober Guiscard´ın oğlu Bohemund´a vermişlerdi. 1268´e kadar buraya birçok Haçlı sülâlesi hükmetti. Bu son tarihte, Kuzey Suriye´deki Hristiyan hâkimiyetine son veren Memlûk Sultanı Baybars Antakya´yı kuşatma altına aldı. 18 Mayıs 1268´de yapılan bir genel hücum sonunda surlardan içeri girildi, şehir mücadele ile alındığı için yağmaya izin verildi, ayrıca vaktiyle Haçlıların yaptığı gibi halkın çoğu kılıçtan geçirildi, bir kısmı esir alındı. Şehir ateşe verildi ve tahrip edildi.
Bundan sonra Antakya bir daha eski şaşaasına ulaşamadı. Bu büyük tahribat muhtemelen, şehrin Batı dünyasının doğudaki önemli bir siyasî ve iktisadî merkezi, Hristiyanlığın yayıldığı yer olması özelliklerinden dolayıdır. Baybars büyük bir ihtimalle şehrin Hristiyan dünyasındaki bu imajını yıkmak istemiş olmalıdır.
İslâm âleminde Halep´e önem verilmiş ve ticaret yolları burada düğümlenmiş olmasına rağmen Batılılar, Haçlıların doğudan sökülmesinden sonra Memlükler´le ticaret yaparak iktisadî bakımdan kalkındırmamak için ticaret yollarını Ayaş´tan Anadolu´ya çevirdiler. Baybars yıktığı şehri sonradan kısmî de olsa imar etti. Zira bunu gösteren ve Baybars´ın bir vakfiye düzenlediği Cündî Hamamı bugün de mevcuttur. Yine ilk Osmanlı tahririnde yer alan camilerin Memlükler zamanına ait olması mümkündür. Eski Antakya´dan ise sur kalıntıları, St. Pierre mağara kilisesi ve bunun solunda bulunan Charnion kabartma heykelinden başka bir şey kalmamıştır.
Antakya ve civarına ilk Oğuz aşiretlerinin yerleşmesi 1000 yıllarındadır. İlk Oğuz yerleşim bölgesi Yayladağı ve civarıdır. Dandanakan savaşından (23 Mayıs 1040) sonra bir devlet kurmayı başaran Selçuklular, plânlı bir fetih harekâtı çerçevesinde, Bizans hâkimiyetindeki Anadolu topraklarına akınlar yapmaya başlayan Selçuklular bu bölgeyi 1084 yılında zapt etmişlerdir. Sultan Melikşah 1086 yılında Halep’e ordan Antakya’ya gelerek şehri teslim almıştır. Antakya’dan Süveydiye’ye geçen Sultan Melikşah’ın Akdeniz’i gururla seyrettiği, iki rekat namaz kıldığı ve devletin sınırlarını babasından daha ilerilere götürdüğü için Allah’a şükrettiği, atını denize sürüp kılıcını suya çarptığı, sonra ayrılırken denizden aldığı kumları babasının türbesine götürüp kabrinin üzerine serptiği ve “ey babam, sana müjdeler olsun! Devletinin hudutlarını karaların nihayetine kadar götürdüm.” Diye haykırdığı kaynaklarda zikredilmektedir.
Antakya, Suriye Selçuklularının karışıklık içinde bulunduğu bir sırada,1098 yılında Haçlılar tarafından zapt edildi. Ruzbik adında bir Ermeni’nin ihanet sonucunda gerçekleşen bu düşüşten sonra, şehir Haçlıların duyulmamış vahşetlerine maruz kaldı. Bu dönemde bölgede bulunan Türk topluluğuna ait olduğu bilinen en eski eser Yayladağı’nda 1131 yılında yapılan ve Selçuklu mimari sitilini yansıtan bir minaresi olan camidir.
Osmanlılar Döneminde Hatay
Uzun bir süre Haçlı hâkimiyetinde kalan Antakya 1268’de Mısır Memluk Sultanı Baybars tarafından ele geçirildi. Ancak Antakya, Müslümanların merkez olarak geliştirdikleri Şam ile rekabet edecek durumda değildi.
Dulkadiroğulları Beyliği´nde, 1480 ile 1515 yılları arasında beylik yapmış olan Alaüddüvle Bozkurt´un, beylik merkezi Kahramanmaraş ile Gaziantep, Bahçe, Kadirli, Elbistan ve Bozok´tan başka Antakya´da da cami, medrese, imaret, türbe ve zaviye gibi tesisler inşa ettirdiği İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından belirtilmekte ise de bu eserlerden Antakya´da bulunanlar hakkında bir açıklama mevcut değil.
Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar, dört asır Osmanlı hakimiyetinde kalan Antakya, bu süre içinde Haleb vilayetinin, Haleb Merkez Sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak yönetildi. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim´in (1512-1520) Mısır seferinde Memluk Sultanı Kansu Gavri ile yaptığı 24 Ağustos 1516 tarihli Merc-i Dabık savaşından sonra, Halep´in işgalini takiben güney doğu Anadolu´da, içlerinde Antakya´nın da bulunduğu ve o zamana kadar Memlukler elinde olan kentler birer birer Osmanlı hakimiyetine girdiler. Evliya Çelebi´ye göre, Antakya´nın fethini müteakip, kentin anahtarları Sadrazam Yunus Paşa´ya teslim edilirken, Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa vali tayin edildi.
Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar, dört asır Osmanlı hakimiyetinde kalan Antakya, bu süre içinde Halep vilayetinin, Halep merkez Sancağı´na bağlı bir "kaza merkezi" olarak yönetildi. XIX. yüzyılın ikinci yarısı ile XX. yüzyıla ait umumi salnamelerle Halep Vilayeti salnamelerindeki kayıtlara göre, imparatorluğun çöküşüne kadar, herhangi bir değişiklik olmadan bu statüyü muhafaza ettiği anlaşılmaktadır.
İstanbul´a uzak oluşu yanında Mısır´ın fethinden sonra bölgedeki askeri önemini yitirmiş olmasına ilaveten, Ortadoğu´daki büyük geçiş yolları dışında kalmış olması gibi, zaman içinde değişen koşullar nedeniyle, Osmanlı Devleti için önemsiz ve bu sebeple ihmal edilmiş küçük bir kasaba olarak asırlarca kendi halinde yaşamıştır.
Seleucus krallarına başkentlik yapmış, Roma çağındaki ihtişamı dillere destan olmuş, imparatorluğun üç büyük metropolünden biri
olarak imparatorların gözdesi olan ve bir zamanlar "Doğunun Kraliçesi" lakabıyla anılmış olan Antakya´ya, Kanuni Sultan Süleyman, İran´a yapmış olduğu birinci sefer (Sefer-i Irakeyn) dönüşünde uğramıştır. 24 Kasım 1536´da vardığı Halep´de sekiz gün kalarak kentteki cami, kale ve türbe gibi yerleri ziyaret eden Kanuni Aralık ayının beşinci günü Antakya´ya gelmiş ve burada bir gece kaldıktan sonra ertesi gün İstanbul´a dönüş yolunda, İskenderun üzerinden Adana istikametinde yoluna devam etmiştir.
Mısır´ın Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra bu ülkeye giden her kafile muhakkak surette Antakya´da konaklar, oradan sonra yoluna devam ederdi. Ayrıca hac yolunda olması nedeniyle hacılar için de bir uğrak yeri idi. Sadrazam Moralı Hasan Paşa H. 1703-1704 yılında hacılar için Antakya´da bir cami, bir imaret bir mektep ve bir de hamam vakfetmiştir.
Türkiye Diyanet Vakfı yayını olan İslam Ansiklopedisi´nin Antakya maddesinde kentin özellikle XVI. Yüzyıl olmak üzere, Osmanlı dönemindeki nüfusu, mahalleleri, umumi yapıları, ekonomik hayatı ve esnafı hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.
XVI. yüzyılda Antakya´da Meydan Hamamı, Cündi Hamamı, Beyseri Hamamı ve Mehmed Paşa Vakfı olan bir diğer hamam ile, içinde 101, dışında iki dükkanı olan bir bedesten, Dörtayak mahallesinde alt katında yirmi sekiz, üst katında yirmi iki oda ve iki dükkan bulunan bir han vardı. Cafer Ağa Vakfı olan Han-ı Sebil, yolcu ve devlet görevlilerinin kaldığı o devir içinde oldukça lüks bir konaklama yeri idi.
XVII. yüzyılın sonlarında Antakya´da vakıfları yirmi sekize ulaşan cami ve mescidler arasında Habib Neccar Camii ve zaviyesi ile Cami-i Kebir, en büyük yapılardı. Diğerleri mahalle ismini taşıyan mescidlerdi. Ayrıca Kapıağası Cafer Ağa Muallimhanesi, Farisiye Medresesi, Mağribiye Zaviyesi vardı. 1710 yılında yapılan bir sayımda çeşitli mesleklere mensup 1161 esnaf ve buna ilaveten 2332 erkek nüfus tespit edilmiştir. 1838´de Antakya´nın nüfusu 6000 idi.
Sokullu Mehmet Döneminde de, Antakya’da imar faaliyetleri artmış ve bu dönemdeki yapıların çoğu günümüze kadar varlığını sürdürülebilmiştir. Payas’ta bulunan Sokullu Külliyesi bu döneme ait bir yapı olarak, günümüzde de büyük öneme sahiptir. Payas Kalesi 1567 de hendeği ile birlikte restore edilmiş bir Osmanlı kalesidir. Son yüzyılda hapishane olarak kullanılmıştı.
16.yy’da Antakya’nın demografik yapısı incelendiğinde, nüfusun birkaç defa tespit edildiği ve bu tespitin 1527’den 1589’a kadar değişmediği ortaya çıkmıştır. Ayrıca, bu dönemde gayrimüslim nüfusun olmadığı da kayıtlarda yer almıştır.
Osmanlı Döneminde, Antakya’nın bir önemi de, hac yolunun bu bölgeden geçmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu yol Haremeyn-i Şerifeyn ile İstanbul arasındaki bağlantıyı sağlaması nedeniyle önemini hiç yitirmemiştir. Bu yol, Şam’dan, Kuzey Suriye’den geçip, dağlarla Akdeniz arasından dar bir geçit aracılığıyla İstanbul’a ulaşıyordu. Antakya’nın ileri gelenleri, Hac dönüşünde, Surre alayı ve Hac kafilelerini Şam sınırında karşılar ve kervanı bir iki gün ağırlarlardır.
Osmanlı Döneminde Antakya’nın ticari durumu ise; oldukça iyi organize edilmiş bir esnaf teşkilatına sahipti. İşlek çarşılara sahip olan Antakya Ahilik ilkelerine göre çalışılan lonca teşkilatı ile düzenlenmişti. Ticari açıdan önemli bir geçit bölgesi olan Antakya’da giren ve çıkan mallar üzerinden Bâc vergisi alınmaktaydı. Bununla birlikte, İskenderun limanı Süveydiye ve Payas iskeleleri de deniz ticareti açısından büyük önem taşımaktaydı. Ayrıca bu limanlar aracılığıyla askeri nakliyat da sağlanmaktaydı.
14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovasında, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.
17. - 18. yy.larda Antakya, Lâskîye, Hama, Humus civarlarında konar-göçer Türkmen aşiretleri iskân edilerek, hem üretim dengesi oluşturuldu ve hem de bazı yerleşim yerleri imar edildi. 18. yy’a gelindiğinde; Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriye’ye ulaştı. 1832’de yapılan savaşta, İbrahim Paşa, Osmanlı ordusunu yenerek bu bölgeyi ele geçirdi. İbrahim Paşa’nın kurduğu düzen 1839’a Tanzimat’ın ilanına kadar devam etti.
Ermeni faaliyetlerinin Antakya ve çevresini de etkisi altına alması, daha sonra bu bölgelerde yabancı okulların açılmasına da zemin hazırlamıştır. Bu okullarda başta Ermeniler olmak üzere bütün Hristiyan halka ve kısmen de yerli halka hizmet verilmekteydi. Bu okulların en büyük amacının; verdikleri eğitim sayesinde, ülkenin ekonomisinin ve bürokrasisini yavaş yavaş ele geçirmekte oldukları da tespit edilmiştir. Söz konusu okullardan ilki, Samandağ’da açılan İngiliz okulu ve bundan sonra Antakya ve İskenderun’da da şubeleri açılarak, misyonerlik hareketlerine devam etmişlerdir.
Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.
Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman´ ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen´ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı. Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi.